Çanakkale'de yıllardır yaşayan veya sadece buraya üniversite okumak için gelenlerin bile kokusunu aldığı zaman bırakmak istemediği bir şehirdir Çanakkale. Peki Çanakkale ve ilçelerinin isimlerinin nereden geldiğini biliyor musunuz?
ÇANAKKALE
Erken Bronz Dönemi’nden bu yana önemli bir yerleşim merkezi olan Çanakkale; Çanakkale Boğazı sayesinde Anadolu ile Avrupa ve Akdeniz ile Karadeniz arasındaki bağlantıyı sağlayan iki geçit bölgesinden biridir. Bu özelliği nedeniyle oldukça zengin bir tarihi vardır.
Yörede yaşayan topluluklara ekonomik ve askeri üstünlük sağlamış, onlar da uygarlık alanında çağdaşlarını geçmişlerdir. Ancak bu durum, yöreyi çeşitli göç ve istila hareketlerinin hedefi yapmıştır. Değişik tarihlerde yerleşmek ya da yağmalamak amacıyla bölgeye gelenler olmuş, her iki durumda belirli kültür alışverişini yoğunlaştırmıştır. Bu kültürel yoğrulma, yüzyıllar boyu kesintilerle sürmüş, bunun sonucu oldukça renkli bir kültür mozaiği ortaya çıkmıştır.
Boğazın en dar yerinde Fatih Sultan Mehmet döneminde Rumeli yakasında Sestos dolaylarında Kilitbahir, Anadolu yakasında Abydos dolaylarında Sultaniye (Kale-i Sultaniye) ya da Çanak Kalesi adı ile anılan kaleler yapılmıştır. Bugünkü Çanakkale İli’nin adı Anadolu yakasındaki Çanak Kalesinden gelmektedir.Yörenin en eski halkı Beşiktepe ve Kumtepe yerleşmelerinden bilinen Kalkolitik Dönemin yerli halkıdır.
AYVACIK
Ayvacık, sadece tarihi dokusuyla değil, aynı zamanda efsanevi kuruluş hikayesiyle de dikkat çekiyor. 1514 yılında Çaldıran Savaşı'na katılan ve ismini bile bilmediğimiz bir Ayvalıobalı kahraman, zaferin ardından Osmanlı Ordusu ile Azerbaycan'ın Tebriz şehrine gitmiştir. Bu şehirde, bir hanın avlusunda dinlenirken, zengin bir dul olan Ümmühan Hatun ile tanışır. Hatun, ölen kocasına benzediği bu delikanlıya aşık olmuş ve Tebriz'deki mal varlığını satarak onunla Ayvacık'a dönmüştür.
Bu dönem, Ayvacık için dönüm noktası olmuştur. Ümmühan Hatun ve eşi, çevre obaları dolaşıp onları Ayvacık'a davet ederek kasabanın nüfusunu artırmıştır. Ümmühan Hatun, kasabanın gelişimine öncülük ederek, adını verdiği "Ümmühan Hatun" camiini inşa ettirmiştir. Aynı zamanda, yaklaşık 10 km uzaklıktaki bir kaynaktan kasabaya su getirerek, bölge halkına rahat bir yaşam ortamı sunmuştur.
Ümmühan Hatun bahçesine diktiği ayva ağacının cılız ve cansız olduğunu görerek kasabamıza küçük ayva anlamına gelen “AYVACIK” adını vermiş ve bu ad günümüze kadar ulaşmıştır.
BAYRAMİÇ
Tarihi dokusuyla bilinen Bayramiç, ilkçağlardan itibaren birçok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Truva Krallığı sınırları içinde yer alarak, tarih sahnesine adım atan bu nadide bölge, Ortaçağ boyunca önemli bir Rum Köyü olarak varlığını sürdürmüştür. Bizans döneminde, bugün Tepe Camii olarak bilinen yerde bir Kır Kilisesi bulunmaktaydı. Göçebe hayvancılıkla uğraşan halk, dini günler ve bayramlarda bu kutsal mekanda toplanırdı.
Bayramiç'in Türklerin hakimiyetine geçişi, 1357 yılında Rumeli’ye yapılan seferler sırasında Süleyman Paşa tarafından görevlendirilen Ahihızır Emir Bey'in fethiyle gerçekleşmiştir. Fethten sonra Emir Bey, bu bölgeye yerleşerek Bayramiç'in demografik yapısında önemli bir değişikliğe öncülük etmiştir. O dönemde esas yerleşim yeri Menderes Çayı kenarında, Dutalan olarak adlandırılan alandaydı.
Ahihızır Emir Bey, Tepe Camii'ni inşa ettirerek bu bölgenin önemini pekiştirmiştir. Camiinin etrafı, yeni yerleşim alanlarıyla dolmaya başlamış, Türk Boyları bu alanda yoğunlaşmıştır. Önceden göçebe bir yaşam süren halk, dini törenler ve bayramlarda bu bölgede toplanmaya devam etmiştir. İşte bu toplanma geleneği, bölgenin adının kökenine dair bir efsaneyi de beraberinde getiriyor. "Bayram Yeri" anlamına gelen “Bayram İçi” veya “Bayram İçin” söyleyişi, zamanla "Bayramiç" şeklini alarak bu güzel kasabanın adı olmuştur.
BİGA
Tarihi boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapan Biga, isminin kökeni konusunda da zengin bir hikayeye sahip. Yunancada "kaynak" ve "pınar" anlamına gelen "Pega" kelimesinden türemiş olan "Biga", bu isimle birlikte birçok efsanevi hikayeye de kucak açmış. "Pega" kelimesinden türetilen "Pegasos", eski Yunan mitolojisinde varlığına inanılan efsanevi kanatlı attır. Bu mistik varlık, sanatçıların hayal gücünü temsil ederken, ozanlar için ilham kaynağı olmuştur.
Pegasos'un hikayesi, Bellorophon'un ona sahip olmasıyla başlar. Bellorophon, Pegasos'un yardımıyla birçok başarıya imza atar. Ancak bir gün gurura kapılıp, tanrıların dağına kadar yükselmek ister. Bu girişimi, bir at sineği tarafından ısırılan Pegasos'un onu sırtından atmasıyla son bulur. Bu eski Yunan efsanesi, Biga'da anlatılan Balıkkaya efsanesi ile büyük benzerlikler gösterir.
Evliya Çelebi'nin aktardığına göre, Biga'nın fethinin lideri olan Bayboğa'nın adına ithafen, Biga "Boğa Şehri" olarak anılmış. Eski Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlarından Hasan Ali YÜCEL, " Türkiye'de Orta Öğretim" adlı eserinde, 19. yüzyılın başlarında Biga'ya "Boğa" dendiğini belirtir. Bu isimlendirmenin, bölgenin ünlü boğalarından geldiğini ifade eder. Ayrıca, Kocabaş Çayı'nın oluşturduğu dar geçit, Biga'ya "boğaz şehri" unvanını kazandırmıştır.
BOZCAADA
Bozcaada'nın tarihi derinliklerini ve eski isimlerini araştırmak, adaya dair eşsiz bir hikayeyi ortaya çıkarıyor. İlk dönemlerde "Lefkofris" olarak anılan adanın bu ismi, Latince kökenli olup "Beyaz-yılan" veya "Beyaz-kaş" anlamına gelir. Adanın bu ismi almasının sebebi, beyaz taşların etkisiyle karşıdan bakıldığında beyaz bir yılana benzetilmesinden kaynaklanmaktadır.
Roma dönemi sonrasında "Tenedos" adını alan ada, bu ismi Yunan mitolojisinden alır. Tenedos isminin kökenine dair birçok efsane anlatılmakla birlikte, tam olarak ne zaman ve neden bu isimle anılmaya başlandığına dair kesin bir bilgi yoktur.
Lozan Antlaşması ile Türkiye'ye bağlanan adanın "Bozcaada" olarak anılmasının kökeni de bir gizem taşır. Genel inanışa göre bu isim, Türk denizciler tarafından verilmiştir. Bu inanışın temelinde, Pirî Reis'in eserinde bahsettiği adanın en yüksek sivri boz tepesi - bugünkü adıyla Göztepe - ve bu tepenin denizden rahatça görülmesi yatmaktadır. Adaya karşıdan bakıldığında boz bir renkte olduğu için "Boz-ada" denildiğine inanılmaktadır. Bununla birlikte, "Bohçaada" ismi de zaman zaman kullanılmış olup, adanın karşıdan bir bohça şeklini andırdığına dair söylemler bulunmaktadır.
ÇAN
ÇAN ilçesinin ismi, sıradan bir isim gibi görünse de aslında oldukça derin bir hikayeye sahiptir.
Tarihi kaynaklara göre, kervanlarla bu çanlar ilçeye getirilirdi. Bu kervanlar, hem yerel ticareti canlandırıyor hem de farklı kültürler arasında bir köprü kuruyordu. Pazar yerinde, çan reyonları kurulur ve çanların çeşitli boyutları, şekilleri ve sesleri halka sunulurdu.
ÇAN'ın civar köylerinden, hatta farklı ilçe ve illerden bile bu pazarlara çan almak için gelenler olurdu. Bu, ÇAN'ın çan ticaretiyle bölgede ne kadar ünlü olduğunu gösteriyor. Pazarda bu kadar rağbet gören çanların, ilçenin ismine ilham verdiği düşünülmektedir.
EZİNE
Danişmend Oğulları döneminde, bu bölgeye gelen Türk Beyleri, yöreye damgalarını vurmuşlardır. Toplumun dini ve sosyal hayatını canlandırmak amacıyla, bugün ilçe merkezinin güney kısmında bulunan Ulu Camii'yi yaptırmışlardır.
Ulu Camii, bu anlamda sadece bir ibadet yeri değil, aynı zamanda toplumun sosyal hayatının merkeziydi.
İlçenin adı da bu tarihi caminin etrafında şekillendi. Farsça'da "cuma" anlamına gelen "Azime", bu cami ve cuma namazları etrafında toplanan topluluğun simgesi oldu. Zamanla bu isim, dilin evrimine uğrayarak "Ezine" şeklinde günümüze ulaştı.