Bir toplumun refah ve gelişmişlik düzeyi, salt ekonomik verilere göre belirlenemez.
G-8 ülkeleri, 1. ve 2. Dünya Ülkeleri ve geri kalanlar arasında karşılaştırmalı bir analiz yaptığımız zaman, söz konusu 1. ve 2. Dünya Ülkelerinin gelişmişlik düzeylerini belirleyen faktörler: Teknoloji, üretim(endüstriyel, tarımsal ve hizmet sektörü üretimleri), bilim ve sanat olarak ön plana çıkmaktadır. Bu alanlarda ihracatçı ülkeler konumunda olan bu devletler, katma değeri yüksek nihai ürünlerini pazarlayabilecek, yenilikçi ve yaratıcı fikirler üretebilen nesiller yetiştirebilmiş olan devletlerdir.Tek başına ekonomik gelişmişlik düzeyi, insanların refah ve kalkınma beklentilerini karşılayamamaktadır. Bu nedenle ekonomik gelişmişlik ile kalkınma kavramları biribirine karıştırılmamalıdır. Bulunduğu jeolojik konumları itibariyle hammadde zengini olan Ortadoğu ülkelerinin müreffeh toplumlar olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Bu anlamda zenginlik, refah için yeter bir kıstas değildir.
İrili ufaklı 200 küsur çarkın birbirine bağlı bir mekanizma şeklinde işlediği dünyamızda, küresel gelişmeler en ufak çarka kadar tüm ülkeleri etkilemektedir. Hızlı bir gelişim sürecine girdiğimiz Millennium Çağı’nda, dünya piyasaları göz önünde tutulduğunda, her devletin asgari düzeyde de olsa ekonomik gelişim göstermesi kaçınılmazdır. Fakat bu gelişmişliği, sürekli kılabilmek ve kalkınmaya dönüştürebilmek her devletin münferit çabalarına bağlıdır.
İnsan haklarının hâkim olduğu, sosyal adaletin ve hukuk sisteminin(daha doğrusu sistemin işleyişinin) insanlara güven verdiği bir ortamda ancak zenginlik bir anlam ifade eder. Ekonomik ve sosyal anlamda kutuplaşmış toplumlarda her daim toplumsal karmaşalar ve çatışmalar eksik olmayacaktır.
Bilgi ile yönetilmeyen toplumlar(bilginin ışığının toplumun tüm paydaşları tarafından benimsenmediği toplumlar) her zaman dedikodularla ve asılsız iddialarla yönetilmeye mahkûm olmuşlardır.
Toplum içinde insanların birbirlerine güvenlerini ekonomik veriler sağlayamamaktadır. Bu noktada yerel yönetimlere, merkezi yönetime düşen, bilginin ışığında, insan odaklı yönetim anlayışı, insan haklarının yönetimde merkeze alınması, sosyal ve kültürel faaliyetlerle de insanlarda bu bilincin yaratılmasını sağlamaktır. Ancak o zaman tüm farklılıklarımıza rağmen bir harmoni, bir ahenk ve uyum içerisinde yaşamamız mümkün olabilecektir. Ancak o vakit zenginlik, insanların mutluluğuna ve refahına dönüşebilecektir.