CENÂB-I HAK ÖNCE SU GİBİ AKICI OLAN ve kâinatın her tarafını kuşatmış bulunan esir maddesini yaratmış, gökleri ve yeri bu esir maddesinden inşa etmiştir.
Esir maddesi, hiçlikten yaratıldıktan sonra Cenab-ı Hakkın ilk icatlarına temel olmuş ve atomlar bu maddelerden halk edilerek gaz, sıvı ve katı hallerde hizmete koşturulmuştur.İlk olarak katılaşıp hizmete hazırlanan gezegen ise dünyamızdır.
Gökyüzündeki yıldızlar ve gezegenler, uzun müddet önce gaz, sonra sıvı bir ateş kütlesi olarak kaldığı halde yeryüzü hepsinden evvel katılaşıp kabuk bağlamış ve hayata zemin teşkil etmiştir.
Bu itibarla dünyamızın yaratılışı ve teşekkülü semâvattan ve diğer gezegenlerden evveldir.
"Arz ve semavat birbirine yapışık idiler. Sonra biz onları birbirinden ayırdık" mealindeki âyetin ifadesinde, başlangıçta dünyamızın ve semavatm birbirlerinden ayrıldıkları anlaşılmaktadır. Bu ifade modern ilmin izahına da çok uygun düşmektedir.
Enbiya Sûresinin 30. âyetinde, "Her şeyi sudan yarattık" şeklindeki ifadeyi, bir çok âlim "Buradaki su tabiri, esir maddesine işarettir" demişlerdir. Çünkü esir maddesi, su kadar akışkan, ince ve latif bir maddedir.
Cenâb-ı Hakkm iki tarzda icadı vardır. Birisi ibda, yani hiçten, yoktan yaratmak, icat etmektir.
Diğeri ise inşa, yani yaratılmış unsurları bir araya getirmek suretiyle yeni bir varlık ortaya çıkarmaktır.
Bütün maddenin özünü meydana getiren ve kâinatın ilk cevheri durumunda bulunan esir maddesi yoktan yaratılmıştır.
Bu madde İlâhî hikmetle infilak ettirilmiş, atom enerjisi ve diğer temel parçacıklar vücuda getirilmiştir.
Bu ilk yaratma işi, bir defaya mahsus olmak üzere yapılmış ve inşa dediğimiz, eşyanın mevcut elementlerden yaratılması kapısı açılmıştır.
Artık şu an, zerratın yoktan yaratılması söz konusu değildir. İlk yaratılışta madde lazım olduğu kadarıyla bir defaya mahsus olarak yaratılmıştır.
Fakat "Ol" emriyle yoktan yaratılış hususunun mahiyetini iyi bilmek lazımdır.
Bir kere bize göre yok olan bir şey maddî bir vücut sahibi olmasa da, Allah tarafından bilinmektedir. Çünkü Cenâb-ı Hakkın ilim sıfatı muhittir, yani her şeyi içine alır. Dolayısıyla İlâhî ilim dairesinin dışına hiçbir şey çıkamaz.
Bu ilim dairesinden maddi vücut dairesine çıkan bir şey, bize göre yoktan var edilmiştir. Ama bunu hiçbir zaman mutlak yokluk şeklinde tasavvur edemeyiz.
Bunu biraz daha açmak istersek, bir şeyin hiç modeli, örneği, misli ve emsali yokken yaratıldığını düşünelim. Bu hadise bize göre yoktan, hiçlikten yaratılmaktır.
Ancak bize göre modeli ve emsali olmayan bir şey, İlâhî ilim dairesinde mevcuttur.
Bu mahlûk maddi bir vücut giyip, madde âlemine çıkmayınca, biz onu bilemiyoruz. Çıkınca da, hiçlikten yaratıldı, diyoruz.
Fakat bu bizim akıl kapasitemizin tespitidir ve bize göre yokluktan yaratılmıştır. İlâhî ilim dairesine göre değildir. Çünkü onun dairesinde o mevcuttur. Yalnızca vücut giymemiştir.