Kararlar alırız, hayatımızı düzene koyacak maddeler sıralarız ve emin adımlarla ilerlerken tüm kararları alt üst edecek bir yıkım yaşar tekrar ayağa kalkmaya çalışırız. ve tüm bunları yaparken beynimi
ve tüm bunları yaparken beynimizin bize ezberlettiği kalıp cümleleri dilimizden düşürmeyiz. Oysa biz ne kadar çabalarsak çabalayalım karşımızdakinin bizi görmek istediği kadarız. Bazen kendi adımıza yaşattığımız değişimler dışarıdan esamesi okunmayacak kadar ufak görünür. İnsanların eleştiri boyutları o derece sınırlarını zorlar ki ne yapsam da aynı der elinizdeki gücü kaybeder ve koca bir denizin ortasında eliniz kolunuz tutmaz şekilde akıntıya kapılırsınız. Akıntıya bir kere sürüklendi mi insan, ne önemi var ki demeyi ağzına alıştırdı mı, küskünlüğün en büyüğünü yaşar. Kendine kırılır. Elini kolunu kendi kendine bağlar. Gözlerini görmek istemediği ne varsa bıkkınlık perdesiyle örter. İnsan kendine küstü mü kaderin hazırladığı fırtınalar dalga dalga çarpar sığındığı yere. ve sonra insan bakmayı öğrenir, masum maviliğin hırçın siyahlara büründüğü, berrak suların haşin bakışlarla kaşlarını çattığı çehreye korka korka bakar.Kendini hapsettiği ümitsizliğin içinde bocalarken bir yandan usulca gülümseyen doğanın varlığında bulduğu huzuru anımsar ve büyük acıların içinde bulundurduğu bir miktar dinginliği fark eder. Daha önce es geçtiği bu duyguyu simasında gezinen gizli gülüşlerde aramaya başlar. Eski fotoğrafları kurcalamak gibi bir şeydir, hatıraların anlık saygı duruşuna bakar. ve olumsuz şeylerin arasından sıyrılacak mutluluk kırıntılarını toparlar. Her kırıntı fırtınanın içinden çıkması için lazımdır. Yaşamaya tutunmak ister insan. Yaşamın iniş çıkışlarını olduğu gibi kabulleneceğine dair kendine sözler verir. Bir daha fırtınanın öfkeli yüzünü görmemek için küreklere sarılmış gece gündüz demeden yaşamaya bakar. Gecenin karanlığına dahi aldırmadan yeni ufuk çizgilerinde dolanacağı günlerin hatrına korkuyu yutkunmayı öğrenir.Hep son önemlidir ya... Tüm çabaları emen sonların gücüne bir kaç sitem mırıldanır insan. Aslında yok sayıldığından değil der, hafızalar zayıf, kalpler kırılmaya meyilli. Aslında en güçlü şeyler en zayıf görünüme sahip değil mi? Bir çiçeğin naifliği taşın ağırlığını gölgede bırakıyorsa sona varan her yaşanmışlığın birikimleri, ince ince dalların ucunda tomurcuklanan renklerde açmıyor mu?